Timur İmparatorluğu devrinde Aleviler


Nizârî Bâtınî-İsmâ‘îl’îyye, Hurûf’îyye, Keysân’îyye ve İmâm’îyye-i İsnâ‘aşer’îyye Şîʿîliğiyle alâkalı bir dizidir.

Şiilik Bâtınîlik
ALEVÎLİK

Timur İmparatorluğu devrinde Alevîler

Sultan Ebû Said Bahâdir Han’ın iktidardaki yeteneksizliğinden kaynaklanan huzursuzluklar ve İlhanlılar’a tâbi ülkelerde ortaya çıkan siyâsî çalkantıların sebepleri arasında Şiî dâîlerin çok önemli rolleri mevcuttu.[1] Hükûmet-i Gürgân’îyye’nin kurucusu olan Timur’un tarih sahnesinde yer alması altıncı ve sekizinci hicrî asırlar arasında resmî himâyeler altında rahatlıkla hareket etmekte olan Şîʿa-i Bâtın’îyye dâîlerinin fa’aliyetlerine cok ağır bir darbe indirmiş oldu. Timur’un Maverâünnehre kurduğu bu hükûmet bilâkis Sünnîlere yardımcı oldu.

Timur’da “Hanedân-ı Alevîyye” sevgisi

Bilûmum tarikât mensuplarında mevcûd olan Alevîlik duygusu Timur’da da tüm kuvvetiyle yaşıyordu.[2] Haleb’e geldiğinde huzuruna giren âlimlere Ali ve Muâviye’den hangisinin haklı olduğuna dair bazı sorular yöneltmişti. Şam’ı feth ettiğinde aralarında müverrih İbni Haldun’un da bulunduğu bütün âlimler kendini istikbal ettiler. Timur ahâliye karşı çok haşin davranmıştı. “Şamlılar”, Âl-i Muhammed’e ve Ali’ye zulmeden Emevî hâlifelerinin tarafını tuttuklarından dolayı bugün “Hakk Teâlâ” onların o vakit işlemiş oldukları cinâyetlerini cezalandırıyor,” demişti.[3] Tüzükât’ın çok önemli bir faslında “Ali bin Ebâ Tâlib Merkedî’nin bulunduğu havaliye çok itinâ ederdim. Kerbelâ ve Bağdat taraflarını İmâm Hüseyin, Abd’ûl-Kâdir-i Geylânî, İmâm-ı Â’zam Ebû Hanîfe ve diğer din adamlarının hatırı için çok severdim. Sari arazisinin ve diğer bazı şehirlerin varidâtı İmâm Mûsâ el-Kâzım, İmâm Muhammed Nâkî, Salmân-ı Fârisî mezarlarına mahsustur. Tûs havalisi varidâtı İmâm Ali er-Rızâ mezarına aitti,” diyor.[4]

Timur’un tasavvufî eğilimleri

Timur hükûmetinin Sünnî olmasına rağmen Şiîliğin etkileri altında uzun süredir yaşamış olan bu muhitler kendilerini ayni akidelerin tezahürlerinden kurtaramamaktaydılar. Bu nedenle bizzat Timur bile tasavvufî eğilimlerle tanışmıştı. Devrin büyük sofuları arasında yer alan Semerkand şeyhlerinden “Şeyh Üryan” ve “Şeyh Zekeriyya” adındaki zatların ayaklarına kadar gidip onlardan himmet talebinde bulunmuştu. Hattâ "Büyük Tataristan Hanı Toktamış" Timur’a saldırdığında, Timur yanında bulunan sâdattan İmam Berke’nin duasını aldıktan sonra hücuma geçmiş ve Tataristan’ı fethetmişti. Bu arada Ermenistan Kralı Gorkin’i de sulha bağlayarak H. 806 / M. 1404 yılında Karabağ’a döndü. Timur’un oğlu Mirza Mehmed Sultan’ın Anadolu’da vefât etmesi üzerine taziyete gelen İmâm Berke’nin de kısa bir süre sonra irtihali üzerine Timur derin bir kedere boğuldu. İki sene sonra Çin üzerine başlattığı büyük sefere başladığı anda Seyhun nehrini geçtiği, Çin sınırına yaklaştığı ve Otrar’a vardığı anda H. 807 / M. 1405 yılında vefat etti. Mumyalanan cesedi Semerkand’da İmâm Berke için yaptırmış olduğu türbeye defnolundu.[5]

Fatih ve Yavuz’daki benzer tasavvufî i’tikatlar

Sâdatta, mânevî mevkîlerinin yüksek olduğuna inanılan şöhret sahibi zevata saygı gösterilmesi ve hâyır dualarının alınması o devirlerde yaşayan hükümdarların çoğunda hâkim bir i’tikaddı. Fatih’in İstanbul seferinde Hacı Bayram Veli halifelerinden Ak Şems’ed-Dîn’e gösterdiği hürmet ve iltifat tüm ayrıntılarıyla tarih kitaplarında bahsedilmektedir. Hattâ Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine giderken Şam’da Câmii Emevî’de inzivâ yaşantısı sürdüren Şeyh Muhammed Bedahsî’yi Kadıasker Câ’fer Çelebi ile birlikte ziyâret ederek himmet dualarını niyâz etmişlerdi.[6]

Timur’un Bâtınîliğe karşı hasmiyane tavrı ve Bâtınîler aleyhine uyguladığı sert önlemler

Timur’un Hânedan-ı Ehl-i Beyt’e karşı beslediği derin muhabbetlerini ifade eden hareketleri yine de Sünnîliğin sınırlarının dışına çıkmıyordu. Bunun bir neticesi olarak, Mazenderan vilâyetindeki “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketlerini sevk ve idare eden Seyyid Kıvâm’ed-Dîn Mer’aşî’nin Oğulları H. 794 / M. 1392 yılında Timur tarafından tardedildiler. “Şîʿa-i Bâtın’îyye” mensuplarının sığındıkları tüm kaleler tahrip edilerek bilumum dervişleri Harezm ve Taşkent’e sürüldüler. Mahan, Âmül ve Sari yörelerinde ele geçirilen Bâtınîler de i’dam edildiler. Bir sene sonra da İsfahan civarındaki “Şîʿa-i Bâtın’îyye” taraftarları ayni cezalara çarptırıldılar.

Timur’un Anadolu’daki Şiî Türk aşîretlerini Tûran’a tehciri

Timur’un Ankara Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nu mağlûp etmesi neticesi buralara iskân edilmiş olanTürk aşîretleri Timur’un oğlu “Mirza Cihan Muhammed” ve ümeradan “Şeyh Nur’ed-Dîn” tarafından kuşatıldılar. Timur, “Sizi asıl vatanınız olan Tûran’a geri götüreceğim”, dedi. “Mihan Hicreti” esnasında Câ’ber Kalesi’nde Kayı Han’lılarla beraber “Yurger”, “Koson”, “Kış Timur”, “Varsak”, “Kara İsâ”, “Arez”, “Gündüz” adındaki Ertuğrul Bey’den ayrılmış olan aşîret beyleri Çukurova’da yurt edinmişlerdi. Selçuklular’ın ilk Anadolu istilâlarıyla yürüyen ve iki yüz seneden daha uzun bir süredir buralarda yaşamakta olan “Varsak”, “Ulus”, “İbramyialı”, “Kılaz”, ve “Kubaş” gibi daha birçok kabileler büyük telâşa kapıldılar. İçlerinde Timur’un bu önerisini kabul etmeyen aşîretler, cebren Tûran’a göç etmeye zorlandılar. Bu tehcirden kaçmaya muvaffak olanalar ise Uç Anadolu’ya doğru ilerlediler. Timur Kütahya’dan otağını Gürcistan’a taşıyana dek de yerlerini hiç değiştirmediler.[7]

Timur’un tehcire tâbi tuttuğu Alevî aşîretlerin yurtlarına geri dönmeleri

H. 807 / M. 1405 yılında Timur’un vefât etmesi üzerine Türkistan’a nakledilmiş olan Alevîler de Harezm’e geldiler. İki yıldan daha uzun bir süre bu muhitlerde kaldıktan sonra ise döne dolaşa Osmanlı topraklarına geri geldiler. Oralarda konup göçleri enasında binbir türlü değişik akidelerin etkisi altında kaldılar. Selçuklular devrinden beri süregelen Şiîlik telkinlerinin tesirleriyle pürüzleşmiş olan âkideleri Harezm ülkesinde kaldıkları zaman zarfı içinde tamamıyla bu mezhebin nüfuzu altına girmeleriyle en son hâlini aldı. Dokuzuncu Hicrî asırda, Harezm’den Anadolu’ya geri dönen bu aşîretlerin yerleştikleri muhitlerde “Şîʿa-i Bâtın’îyye Babaları” bir hâyli nüfuza sâhip bulunuyorlardı.

Timur’un irtihalinden sonraki dönemde “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketleri

Dokuzuncu hicrî asırda birçok “Şîʿa-i Bâtın’îyye mensûpları” İsfahan ve havâlisinde olanca güçleriyle fa’aliyetlerini sürdürmektelerdi. Anadolu’nun aldığı siyâsî manzaralar nedeniyle Şiîler en ziyade mesailerini Anadolu’daki Türk aşîretlerinin arasında devam ettirmekteydiler.[8] Bazı Babâî Dervişleri bu âkideleri yaymak maksadıyla Türk boyları arasında dolaşmağa devam etmektelerdi. Bilhâssa halkın sade şiirler karşısında gösterdiği heyecanlı eğilimlerden güç alan Babâîler, bu cephenin geliştirilmesine titizlikle özen gösterdiler. “Şeyh Kûceci Tebrizî” gibi tasavvufa bürünen şâirler[9] ve Baba Kemâl Hûcendî’nin mânevî destekleriyle güçlenen Şiîler, Şeyh Sâfî’ûd-Dîn-i Erdebilî’nin de büyük nüfuzunu arkalarına alarak Anadolu’nun dört bir yanını kuşatmayı başardılar.

İran'da Şîʿa’nın resmî devlet mezhebi haline dönüşmesi

On dördüncü asırda, “Ali bin Şehâb’ed-Dîn-i Hemdânî” ve “Lûtf’ûl-Lâh Nişaburî” ile Hurûfîliğin kurucusu olan “Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî” Anadolu’da Râfizîliğin yayılmasında en etkin rolü oynayan şahsiyetlerin başında gelmektelerdi. Sünnî Timur Hükûmeti’nin varisi olan “Şâhrûh” uygulamaya koyduğu en şiddetli tedbirlere rağmen bu cereyanın önünü almakta bir başarı sağlayamıyordu. Sonunda, H. 857 / M. 1453 yılında İran’daki dînî hâkimiyet bilûmum “Şîʿamezheplerinin üstünlüğü altına girdi. Safev’îyye Tarikâtı pîri ve ayni zamanda Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Aksarayî’nin de mürşidi olan Hoca Âlâ’ed-Dîn-i Âli’nin devrinde Bâtınîlik Safev’îyye tarikâtının bünyesine girdi. Bunun oğlu olan “Şeyh Şâh” nâmıyla ünlenen “Şeyh İbrahim” zamanında ise Safevi Tarikatı’nın mâli yapısı epey güçlenmişti. Şiî Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’ın tehditleri neticesinde İbrahim’in oğlu Şeyh Cüneyd devrinde Karakoyunlular’ın himâyesi altına giren tarikât, bu yönetimin idaresi altında iken Şîʿa’nın “İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye/Onikicilikmezhebini resmen kabul etmek zorunda kaldı. Bilhassâ Keyumers’in girişimleri neticesinde Rüstemvârlar’ın hâkimiyetleri altında bulunan bölgelerde Şiîlik tam mânasıyla resmîyyet kazandı.[10]

Şiîlik propagandasının Anadolu’da Alevîlik üzerinde yarattığı etkiler

Seyyid Kâsım Envar’in neşriyât alanında yürüttüğü kuvvetli Şiîlik propagandaları ve bütün müridleri aracılığıyla gerçekleştirdiği şiddetli etkiler, Sünnî Hükûmet-i Gürgânîye’yi çok güç durumlara düşürmüştü. Şâhrûh’a süikasd tertiplemiş olan “Ahmed Lûr” ile Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî’nin hemşirezâdesi olan “Hoca Adud’ed-Dîn” de Seyyid Kâsım Envar’in müridlerindendi. Şiîlik’ten ortaya çıkan yeni mezhepler arasında bulunan “Hurûfîlik” te yine bu ekibin yoğun gayretleri sayesinde zuhur etmişti.[11]Seyyid Ni'met’ûl-Lâh Gürgânî (Şâh Ni'met’ûl-Lâh-î Velî )” ile “Seyyid Ali Hemedânî” müridleri bilhassa İran ve Azerbaycan yolu üzerinden bu âkideleri etrafa yayarak Anadolu’ya gelmekteydiler. Seyyid Ali Hemedânî’nin Kûtb’ûd-Dîn Haydar hakkındaki medhiyelerinin dillerde dolaştığı bu devirde Anadolu’ya göç eden Seyyid Kâsım Envar’in müridleri Anadolu’da halktan hem rağbet görmekte, hem de teveccüh ve iltifatlara mazhar olmaktaydılar.[12]

Kaynaklar

  1. Hâfız Ebrû, Zübbet’ût-Tevârih.
  2. İbn-i Arab Şâh, Acâib’ûl-Makdur.
  3. İbn-i Şahne, Ravzât’ûl-Menazır. [Emirî Kütüphanesindeki yazma nüsha, No: 2311].
  4. Tüzükât-ı Timur.
  5. Timur, Tüzükât.
  6. Tac’ût-Tevârih.
  7. Müneccim Başı, Cilt 3, Sayfa 314.
  8. Ravzat’ûs-Safa, Cilt 6, Sayfa 99.
  9. Tezkere-i Devlet Şâh, Sayfa 31.
  10. Ateşgede, Sayfa 346.
  11. Ravzat’ûs-Safa.
  12. Ravzat’ûs-Safa, Cilt 6, Sayfa 324.

Bibliografya

This article is issued from Vikipedi - version of the 2/13/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.