Osmanlı döneminde İstanbul

Osmanlı döneminde İstanbul

Fetih öncesi

Konstantinopolis, Dördüncü Haçlı seferi sırasında büyük zarar görmüş ve nüfusu 50 bine kadar düşmüştü. Bu nüfus o dönemin önde gelen şehirleriyle karşılaştırıldığında düşük olmamasına rağmen, şehrin eski nüfusuna oranla oldukça düşük bir rakamdı. Dış saldırılar nedeniyle halkın çoğunluğu göç etmiş ve şehir küçük köy yerleşimlerine benzeyen bölgelere bölünmüştü. Bizans tarihi yazarı Dukas şehri şöyle tasvir etmektedir: "şehir ıssız, ölü gibi, çıplak ve sessizdi; güzellik adına hiçbir şeye sahip değildi."

Fetih devri

II. Mehmed fetih sonrasında Bizans, İran ve Türk tarzında İstanbul'da üç köşk yaptırdı. Bu üç köşk arasında günümüze ulaşan tek yapı olan ve inşası 1472'de tamamlanan Çinili Köşk. tarzını yansıtır. Bizans yapılarında mozaik süsleme tercih edilirken bu yapıda çini kullanılmıştır. Bazı kısımlarda mozaik çiniler de görülür.
İlk aşaması 1465'te tamamlanan Topkapı Sarayı ve 1471'de tamamlanan Fatih Külliyesi fetih sonrasında şehrin iki temel yapısını oluşturmaktaydı.

Fetih sonrasında II. Mehmed şehri devletin yeni başkenti ilan etti. Ancak bir süre daha eski başkent Edirne'de yaşamaya devam etti. II. Mehmed'in oğullarının sünnet düğünü yeni başkent yerine 1457'de Edirne'de yapılmıştır.

Fetih sonrasında şehrin nüfusunu artırmak ve nüfuslandırma politikaları çerçevesinde zorunlu göç ve imar faaliyetleri ile gönüllü göç çalışmaları gerçekleştirildi. Şehre ilk yerleşenler savaşa katılanlar oldu ve ilk 20 yıl boyunca halk eski konutlarda oturdu. 1466'dan sonra Anadolu'dan zorunlu göç ile şehrin yeni sakinleri getirilmiştir. Zorunlu göç ile şehre yeni gelen bu insanlara II. Mehmed yer tahsis edeceğini söylemiş olsa da, 10 yıl boyunca kirada oturmuşlardır. Bu durumdan halk rahatsız olmuş ve daha sonra ise bu kiralama yönteminden vazgeçilmiş, şehre yeni gelenlere bedeli karşılığında ya da bedelsiz olarak yer tahsisleri yapılmıştır. Anadolu ve Rumeli'den farklı yerlerden göç edenler İstanbul'un yeni mahallelerini oluşturdu. Örneğin; Aksaray şehrinden gelenler Aksaray, Balat'tan gelenler Balat,Karaman ve Konya'dan gelenler Büyük ve Küçük Karaman, Üsküp'ten gelenler Üsküp mahallesini oluşturdular. Bunun yanında Tokat ve Sivas'tan ermeniler, Ege adaları ve Trabzon'dan rum, Selanik'ten Yahudi aileleri şehre göç ettirildiler.[1]

Osmanlı'nın gerçekleştirdiği ilk imar faaliyetleri şur dışında bir yerleşim olan Eyüpsultan'da gerçekleşti. İnşa edilen ilk selatin cami Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin mezarı ve çevresinde 1459'da inşa edilen yapılardır. İlk Eyüp mahallesi de bu camii çevresinde oluştu.

Şehre ilk yerleşen komutanlar, ulema ve yüksek düzeyli memurlar tarafından şehrin birçok yerine kendi adlarını taşıyan mescitler yaptırılmış ve İstanbul'un ilk mahalleleri bu mescitlerin etrafında şekillenmeye başlamıştır. İlk mescitler 1454'te Haliç kıyısında bulunan Tahtakale ve Unkapanı'nda kuruldu. Anadolu'dan gelen göçle nüfusu artan şehirde yeni mahalleler bu mescitler etrafında kurulmuş ve mahalleler mescit adıyla anılmıştır. Öyle ki II. Mehmed dönemi sonu II. Bayezid dönemi başında İstanbul'daki 181 mahallenin 154'ü içinde barındırdığı mescitle aynı adı taşıyordu.

II. Mehmed döneminde şehre dört adet saray yapıldı. Bunlardan ilki günümüzde Beyazıt olarak adlandırılan mahallede inşa edildi. İnşası 1454'te tamamlanan ve o dönem "Kale" olarak adlandırılan Eski Saray'da padişah 19-20 sene ikamet etti. Günümüzde İstanbul Üniversitesi ve Süleymaniye Camii'nin bulunduğu geniş bir alanda inşa edilen Eski Saray I. Süleyman döneminde çıkan bir yangında kullanılamaz hale gelmiş ve devlet yönetiminde artık Topkapı Sarayı'nın kullanılması nedeniyle eski saray yeniden inşa edilmemiştir. Eski sarayın Haliç tarafında kalan ve günümüzde Tahtakale olarak bilinen semt, adını bu dönemde kazanmıştır. Tahtakale, kalenin altında anlamına gelen arapça "Taht al-kal'a" sözcüğünden türemiştir. 1455'te şehrin en büyük hamamlarından "Tahtakale Hamamı"nın buraya yapılmasıyla Tahtakale sözcüğü yerleşmiştir.

Yine aynı dönemde Topkapı Sarayı'nın inşasına başlandı. Zeytinlik denilen Sarayburnu bölgesinde inşa edilen saray Osmanlı tarihi boyunca inşa edilen en büyük saraydır. Bu dönemin bir diğer sarayı Mahmud Paşa Sarayı, 1459'da Sadrazam Mahmud Paşa tarafından yaptırılan saraydır. Yeri bilinmeyen saray 17. yüzyılda yıkılmıştır. Mahmutpaşa semtinde bulunan Mahmutpaşa Hamamı bu sarayın parçasıdır.


1453'ten itibaren İstanbul yeni imar çalışmalarıyla bir müslüman şehri görüntüsü kazanmaya başladı. Fetihten sonra şehre göç edenler arasında gayrimüslimler olsa da, şehir nüfusu müslümanlar lehine değişmiştir. Fetihten sonra İstanbul'da yeni kilise açmak yasaktı. Onarımı için Divan'dan izin almak gerekirdi ve devletin bunun için maddi bir katkısı olmazdı. Yine fetihten sonra 1839 Islahat Fermanı'na kadar kiliselerde çan çalınması yasaktı.[2]

Fetih sonrasındaki kısa dönemde inşa edilen en büyük yapı Fatih Külliyesi'dir. II.Mehmet ve 1481'de tahta çıkan oğlu II. Bayezid döneminde yaptırılan en öneml külliyeler Mahmut Paşa, Murat Paşa, Gedik Ahmet Paşa, Mustafa Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa ve Hadım Ali Paşa külliyeleridir.

16. yüzyıl

I. Süleyman döneminde üst üste kazanılan yeni fetihler ile imparatorluk hazinesi zenginleşti. Osmanlı Devletinin altın çağı olarak adlandırılan 16. yüzyılda maddi imkânların da artmasıyla İstanbul'daki önemli anıtsal yapılar bu dönemde inşa edildi. Hassa mimarları ocağının kurulduğu, inşaat yapım tekniklerinin geliştiği 16. yüzyıl İstanbul'da yoğun inşaat faaliyetlerinin görüldüğü bir dönemdir. Sultan Selim Külliyesi (1522), Şehzade Külliyesi (1548), Kara Ahmet Paşa Külliyesi (1555), Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi (1565), Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi (1571) 16. yüzyılda inşa edilen önemli yapılardır. Bu yüzyılın en büyük yapısı imparatorluğun zenginliğinin ifadesi olarak görülen Süleymaniye Külliyesi'dir. Bu dönemin mimarı Mimar Sinan'a atfedilen 300 eserin 120'si İstanbul'dadır.

Klasik Osmanlı minyatür sanatının 16. yüzyılda oluşmasıyla beraber Osmanlı dönemindeki İstanbul'un en ünlü tasvir çalışmaları bu yüzyılda Matrakçı Nasuh'un Mecmu'a-i Menazil adlı eserinde ve Lokman'ın Hünername ve Şehinşahname adlarındaki eserlerinde yer almaktadır.

17. yüzyıl

İstanbul, günümüzde olduğu gibi Osmanlı döneminde de sürekli göç almaktaydı. Kırsal yörelerden gelen nüfusun ortaya çıkardığı şehrin kontrolsüz büyümesi ve bu nüfusun asayiş ve altyapı sorunları nedeniyle göçün engellenmesi için birçok ferman ve emirnameler çıkarıldı. Bu dönemde nüfusu 700-800 bin olarak tahmin edilmektedir. Bu sayı ise 1535'teki nüfusun yaklaşık iki katıdır. Bunun yanında 16. ve 17. yüzyılda şehirdeki gayrimüslüm nüfusu azalma gösterirken, bu yüzyıl sonunda artar.

16. yüzyıl aksine bu dönemdeki inşa faaliyetlerinde azalma görülür. Eski Bizans Sarayı arazisine inşa edilen Sultanahmet Külliyesi (1616) ve Eminönü'nde Yeni Camii (1597-1663) bu dönemin önemli anıtsal yapılarıdır.

Vaka-i Vakvakiye

18. yüzyıl

18. yüzyılda Avrupa Mimarisi'nin ilk örnekleri görülmeye başlar, ancak bu dönemde inşa edilen Avrupa tarsındaki saraylar çıkan isyanlar sonucu yıkılır. Bu dönemde inşa edilen Avrupa tarzındaki yapılar yıkılmış olsa da mimari etkisi devam etmiş ve Osmanlı Barok tarzı ortaya çıkmıştır. Nuruosmaniye Camii (1775) ve Laleli Camii (1763) Osmanlı Barok tarzında inşa edildi. 18. yüzyıldaki kentsel gelişmeler Galata'da görüldü. Bu döneme kadar "Pera Bağları" olarak bilinen ve bağ, bahçelerin bulunduğu Beyoğlu büyümeye başladı. Lâle Devri Patrona Halil İsyanı

19. yüzyıl

19. yüzyıl sonlarında Üçüncü Galata Köprüsü

19. yüzyıl ile beraber Batı tarzında bir başkent oluşturma çabası görülür. Viyana, Roma ve II, Napoleon'un girişimiyle Paris gibi Avrupa'nın önemli şehirleri bu yüzyılda yeniden inşa edilmeye başladı ve İstanbul'da da bu dönemde şehrin yeniden imarı konusunda çalışmalar yapıldı. Bu dönemde kent planlaması ile ilgili kanun ve yönetmelikler çıktı, sık sokak ağına sahip şehirde yeni yollar ve anıtsal meydanlar oluşturuldu ve sokak cepheleri değiştirilerek tek tip kent oluşturulmaya çalışıldı.

Fethin hemen sonrasında II. Mehmet tarafından Saraçhane'nin güney tarafına Yeniçeri Ocağı yerleştirilmişti. 19. yüzyıl başında bu ocağın buradan kaldırılmasıyla Saraçhane bölgesi sivil hale gelmiş ve sosyal yaşam artmıştır. Bunun sonucu o dönemde Direklerarası olarak adlandırılan bu bölgede suriçi İstanbulu'nun tiyatro etkinlikleri gibi ilk sanatsal ve kültürel mekanı ortaya çıktı. Direklerarası 1910'da elektrikli tramvay hattı inşası sırasında ve sonrasında büyük bölümü yıkılmış, günümüze bu yapıya ait az sayıdaki dükkân kalmıştır.[3]

Alemdar Vakası, Kabakçı Mustafa İsyanı, Tanzimat, Birinci Meşrutiyet (1876) Çırağan Baskını,

20. yüzyıl

İkinci Meşrutiyet (1908) 31 Mart İsyanı, Sultanahmet Mitingleri Bâb-ı Âli Baskını

Bibliyografya

  • Necipoğlu, Gülru (2007), 15. ve 16. Yüzyılda Topkapı Sarayı Mimari, Tören ve İktidar, İstanbul: Yapı Keredi Yayınları, ISBN 975-08-1155-0
  • Ayverdi, Y. M. Ekrem Hakkı (1958), Ferih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Ankara: Vakıflar Umum Müdürlüğü
  • Dünya kenti İstanbul = Istanbul: world city, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, ISBN 9757306215 Yazar |ad1= eksik |soyadı1= (yardım)
  • Ayverdi, Ekrem Hakkı (1976), İlk 250 senenin Osmanlı mimarisi, İstanbul: İstanbul Fethi Derneği
  • Özdem, Filiz (2009), Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul, Cilt 1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, ISBN 978-975-08-1707-6
  • 550. Yılında Fetih ve İstanbul "The Conquest and Istanbul in 550th Anniversary", Bildiriler, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2007, ISBN 9751619624 |isbn= değerini kontrol edin: checksum (yardım)

Kaynakça

  1. Özdem 2009, s. 354
  2. Özdem 2009, s. 239
  3. "Direklerarası". Hayal-et Yapılar. 7 Nisan 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Ocak 2011.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.