Yol (film)

Yol
Bayram
Filmin afişi.
Yönetmen Şerif Gören
Yapımcı Edi Hubschmid
K. L. Puldi
L. Erol Gözmen
Sabri Aslankara
Thierry Maitrejean
Senarist Yılmaz Güney
Oyuncular Tarık Akan
Şerif Sezer
Halil Ergün
Meral Orhonsay
Müzik Zülfü Livaneli
Görüntü yönetmeni Erdoğan Engin
Kurgu Yılmaz Güney
Stüdyo Güney Film
Cactus Film
Maran Film
Yapım yılı 1981
Çıkış tarih(ler)i 14 Haziran 1982 (1982-06-14) (Cannes Film Festivali)
12 Eylül 1982 (1982-09-12) (Türkiye)
Süre 114 dakika
Ülke Türkiye
Fransa
İsviçre
Dil Türkçe
Hasılat 20.800.287 [1]

Yol, senaryosu Yılmaz Güney tarafından yazılan, Şerif Gören tarafından yönetilen Türk filmidir. Filmin senaryo aşamasındaki adı Bayram'[2]. Film tüm dünyada Yılmaz Güney'in en iyi filmi olarak bilinir. Türk sinemasını en cesur filmlerinden birisi olarak bilinir. Yılmaz Güney filmi hapishaneden yönetmiştir ve Şerif Gören'e neyin nasıl yapılacağı hakkında bilgiler vermiştir. Yurt dışında büyük ilgi gören film, Türkiye'de yasaklanmıştır. İzleyenlere cezalar bile verilmiştir. Türkiye, 17 yıl sonra izlenme yasağı kaldırılmış ve 1999 tarihinde Fatoş Güney'in çabalarıyla gösterime girmiştir. 1982 Cannes Film Festival'inde büyük ödül Altın Palmiye'yi kazanmıştır. Bu ödül ise Türk sinema tarihinde kazanılan en önemli ödüllerden birisidir.

Konusu

İmralı Açık Cezaevi'nden bayram iznine çıkan beş mahkumun öyküsü içiçe gelişir. Seyit Ali, şeytana uyup kendisini aldatarak namusuna leke düşüren karısı Zine cezasını vermek için köyüne gider. Filmin en ilginç ve sarsıcı bölümünü oluşturan öykü. Özellikle de kar sahneleri, Seyit'in karısını sırtında taşıması ve tövbekar Zine'nin donmaması için kamçıyla dövülmesi ama sonuçta ölmesi, Batının da ilgisini çektiği insan dramlarından biridir. Zine'nin törelere göre öldürülme görevi öncelikle ihanete uğrayan kocaya düşmektedir. Karısını, ailenin ceza olarak zincire vurduğu ahırda bulan Seyit Ali, bir ölüm yürüyüşüne çıkar. Dondurucu soğuğa dayanamayan Zine, kendisini kurtarması için yalvarır. Gerçekte Seyit, baştan beri karısını öldürmeye karşıdır. Onu kurtarmak için çırpınır durur. Ama vahşi doğanın ölümcül soğuğuna karşı gücü yetmeyecektir. Diğer dört mahkümun öyküsü çeşitli olaylar içinde sürüp gider. Sorunları ve özlemleri törelerin mahkum ettiği kadınlardır.[3]

Oyuncular

Yapım aşaması

Filmin yaratıcısı Yılmaz Güney'in kafasında ilk şekillendiği vakit filmin adı Yol değil Bayram’dır. Bu ismin nedeni ise İmralı yarı açık ceza evinde yatan kader mahkumlarının bayram nedeniyle bir haftalık izinlerini kullanmak için dışarıya çıkacak olmalarıdır. Mahkumlar bayram gelip çattığında sıkıyönetim nedeniyle askıya alınan izinleri de tekrar verilerek valizlerini toplayıp heyecanlı bir şekilde dışarının yolunu tutarlar. Daha filmin ilk sahnelerinde içerisi ve dışarısı ayrımları kavramsal olarak çok net bir şekilde seyircinin zihninde kalın çizgilerle belirginleştirilir. Burada Yılmaz Güney bunu bilerek ve isteyerek yansıtır perdeye, çünkü genel toplumsal yargı cezaevinin içerisi ve onun dışında kalan dünyanın ise dışarısı olduğuna inanmaktadır ya da başka bir soyutlama yaparsak inandırılmıştır. Yılmaz Güney bu algıyı çok iyi bildiğinden bu ikilemi sert bir şekilde gözler önüne serer. Burada çarpıcı olan diğer bir nokta ise filmin sonradan isminin değiştirilmesi sonucu gözlerden kaçan "bayram" meselesidir. Müslüman dünyasında -Türkiye toplumu da buna dahildir. Geleneksel olarak bayram mutluluk, dargınlıkların giderilmesi, barış ve benzeri temaların birbirine eklemlenmesi sonucu ortaya çıkan dini argümanlı bir güne işaret eder. Fakat Yılmaz Güney burada ortaya çıkan tezatı zekice gözler önüne sermek için filmin ismine yüklediği anlamı derinleştirir. İçeridekiler bayram nedeniyle dışarıya çıkmışlardır fakat dışarıda bayramdan çok toplumun bayramsızlığı hakimdir. Yani kavramlar birbirine girmiş gibi bir toplumsal durum söz konusudur dışarıda ve sanki içerisi ve dışarısı yer değiştirmiştir. Zaten Yılmaz Güney filmin ilk fikrinin böyle oluştuğunu daha sonra yaptığı konuşmalarda dile getirmiştir. Bayram ya da Yol filmi içeridekilerle ilgili olmaktan öte dışarısının içeriye dönüşmesi ile ilgili bir filmdir.[4]

Anlatılan vurgular

Filmin cezaevinde geçen ilk sahnelerinde iktidar ve otorite, ses üzerinde kristalleşir. İktidar/otorite görünmez bedenlerin arkasında saklı tutulan bir sese dönüşmüştür. Otoritenin sadece bir sese dönüşmesi onun katı gerçekliğini gözler önüne serer. Otorite görünmezdir, sadece ses üzerinden düzeni kontrol etmeye yönelik yaptığı açıklamalarla varlığını tanrısal bir düzleme, görünmez ve sadece işitilen bir korkuya dönüştürmüştür. Tanrının sadece sözler üzerinden varolmasına denk bir durumdur bu. Çünkü yeryüzündeki tüm otoriteler tanrı otoritesinin cisimleşmiş hali gibidir. Cezaevi sahnelerinde sadece ses üzerinden duyulan anonslarda sıkça bahsi geçen şanlı ordumuz veya "kurallara uymayan kapalı ceza evine gönderilecek" açıklamaları eski bir geleneğe gönderme gibidir. Bu dış sesler birkaç yüzyıl dolaştıktan sonra seyircinin kulağına gelir. Bu seslerin özü aslında "günah işleyen cehenneme gidecek" veya tanrının buyruklarına denk talimatların "şanlı ordu"ya mal edilmesi işlevini görür. İnsanlık açısından çok eski bir mitoloji olan bu durum, otoritenin tarihsel gelişim içinde seküler kalıplara bürünerek işlevini sürdürmesini gizliden gizliye seyirciye anlatır. Filmin en vurucu imgesel anlatımlarından birini teşkil eden muhabbet kuşu ise kader mahkumlarının cezaevi dışında bıraktıkları hayatlarının onların ruhunda yarattığı tutsaklığa işaret eder. Muhabbet kuşu bir kafes içindedir. Fakat yine kafesin içinde ve Yusuf adlı mahkûmun elinde dışarıya açılır. Mahkumların iç tutsaklığı muhabbet kuşu üzerinden imgesel bir dünya yaratılarak bir anlatıma kavuşur. Çünkü her bir mahkûmun ya da en azından mikro düzeyde hikayelerine tanık olduğumuz mahkumların bedensel tutsaklıklarından öteye sosyo-psikolojik alt metinlerle okuyabileceğimiz tutsaklıkları vardır. Bu tutsaklık bedensel bir tutsaklığın ötesinde binlerce kat daha derin bir anlama/yüke sahiptir. Katı geleneklerin, anlamların etrafında şekillenen toplumsal yargıların, günahların zehirlediği bir hayatın tutsaklığıdır. Muhabbet kuşu bu iç tutsaklığın dilsiz kalmış, dilsizleştirilmiş ve sadece oradan oraya sürüklenen fotoğrafı gibidir. Ya da mahkumların şahsında toplumun bireyi kurban etme seanslarının dünyanın en kuytu köşelerinde halen devam etmesini yansıtır. Bu da otoritenin tutsaklığı sadece bedenle sınırlı tutmadığı, geleneklerin bireyin ruhunda en büyük deliklere yol açarak o deliklerden sızıp bireyin ruhunu tutsak ettiğinin çıplak bir anlatımıdır.

Filmin en karizmatik karakterlerinden biri olan Seyit Ali Fırat'ın dişi ağrımaktadır. Dişinin yarattığı acı onun şahsında geleneğin/otoritenin birey üzerinde yarattığı tahribat ve acının soyut bir anlatımıdır. Ağrıyan dişi onun konuşmasını, kendini anlatmasını engellemektedir. Ağrıyan diş kurulu düzenin yarattığı korkunç geleneklerin Seyit Ali Fırat şahsında yarattığı acının büyüklüğüne, katılığına işaret eder. Yılmaz Güney burada belki sansür nedeniyle belki de sinemanın usta bir şahsiyeti olmasından kaynaklı olarak derin bir imgesel anlatımı uygun görür. Bu üslup, ünlü Rus yönetmen Andrey Tarkovski ve yine onun çapında olan İranlı yönetmen Abbas Kiarostami filmlerinde rastlanabilecek kadar büyük bir anlatım biçimidir. Seyit Ali Fırat'ın dişi tedavi edilir. Burada tedavi için seçilen yöntem ise çok çarpıcıdır. Diş eski bir gelenekle kızgın bir demir/şiş aracılığıyla dağlanır. Kurulu düzenin eski araç ve yöntemlerle tedavi edilmesi gibi… Ancak dişin bir süre sonra tekrar ağrımaya başlamasıyla aslında kurulu düzenin köklü bir tedaviye ihtiyacı olduğunu vurgular gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Çünkü o diş bir süre sonra tekrar ağrımaya başlayıp yarattığı acıya devam edecek. Dişin kızgın demirle dağlanması ise sadece geçici bir süreçtir.[5] yol-filminin-yapım-süreci]</ref>

Gösterim

Film ilk kez Cannes Film Festivali'nde gösterilmiştir. 1982 yılında, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Portekiz, Hollanda, İspanya, Almanya, Danimarka, Finlandiya ve İsveç'de gösterime girmiştir. 1983 yılında Belçika, Avustralya ve Macaristan'da gösterime girmiştir. 1985 yılında Japonya'da ve 1989 yılında ise Güney Kore'de vizyona girmiştir. Türkiye'de ise 17 yıl sonra Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı ve Fatoş Güney'in çabalarıyla İmaj Stüdyoları tarafından restore edilmiştir. Daha sonra aynı yıl gösterime girmiştir. 2004 yılında son olarak Çek Cumhuriyeti'nde bir festivalde gösterildi.[6]

Eleştiriler

Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacob, ilk kurgusu 2 saat beş dakika olan filmin 1 saat 50 dakikada sınırlandırılmasını talep etmiş. Waelchli, "15 dakikayı aralardan kısaltacak zamanımız yoktu, o yüzden altıncı karakterin öyküsünü çıkardık. Ayyaş ve kumarbaz olan bu karakter, Türkiye'nin bir başka yönünü anlatıyordu ama diğer karakterlerin'kinden farklı bir öyküsü vardı; bu yüzden onu kullanmadık. Yönetmenler, filmlerine kıyamaz, çekim sırasındaki anılarını da katar işlerine, kurguda sahne atmaları kolay değildir. Ama, Yılmaz Güney çok eleştirel yaklaştı Yol'a, Böylece işimiz kolaylaştı" dedi.[7]

Filmin öncesinde ve sonrasında

Yılmaz Güney "Bayram" adlı, 10 mahkumun izne ayrılmasını konu alan epik senaryosunu hapishanede olduğu için gerçekleştiremez. Güney Film, bu pahalı yapımın finansmanını sağlayamaz. Cactus Film verir parayı senaryo sadeleştirilir ve filmin yönetmenliği önce Erden Kıral'a verilir, onunla fikir birliğine varılamayınca, hapishaneden yeni çıkan Şerif Gören devralır çekimleri. Negatifler, yurt dışına gönderilir. Sonra Yılmaz Güney'de kaçar ve kurguyu Fransa'da tamamlayıp Cannes Film Festivali'ne yetiştirir filmi ve Altın Palmiye’yi alır.

Kazandığı ve aday gösterildiği ödüller

Yıl Aday gösterilen çalışma Ödül Sonuç
1982 Cannes Film Festivali Altın Palmiye Kazandı

Notlar

Önce gelen:
Man of Iron
(Czlowiek z zelaza)
Cannes Film Festivali- Altın Palmiye
1982
ödülü Missing'le paylaştı
Sonra gelen:
Narayama Türküsü

Kaynakça

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 10/25/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.